Gerçeklik Artık Yeterince Estetik Değil mi?
YAZAR

Yıllardır biriktirdiğimiz anıları, sevinçleri ve hüzünleri sakladığımız albümler yerini kusursuz bir şekilde kurgulanmış sosyal medya akışlarına bıraktı. Sabah kahvesinin sıradan bir fincan olmaktan çıkıp, ışığı ayarlanmış, filtreli bir sanat eserine dönüştüğü bir çağdayız. Giderek, gerçek olanın estetik olmadığına, estetiğin ise gerçek olmadığına inanmaya başladık. Peki, hayatın ham, işlenmemiş hâli, artık yeterince estetik değil miydi?
Sosyal medyanın doğuşuyla birlikte "estetik" kavramı, sanatsal bir değerden ziyade, bir tüketim nesnesine dönüştü. "Instagram estetiği" adı altında pazarlanan kusursuz manzaralar, her zaman gülen yüzler ve dağınık olmayan evler, bize sürekli bir yetersizlik hissi aşılıyor. Oysa gerçeklik, tam da bu kusurluluğunda gizli bir güzellik barındırır. Sabahın ilk ışıklarıyla uyanan bir yüzdeki izler, kahve fincanından çıkan buharın yarattığı anlık huzur, bir yemeğin dağınık ama keyifli masası...
Bunların hepsi, bir filtrenin yakalayamayacağı derinlikte estetik değerler taşır. Bu takıntılı mükemmeliyetçilik, bizi "otantik" olandan uzaklaştırıyor. Otantiklik, gerçek benliğimizle barışık olmak, kusurlarımızı kucaklamak ve kendimizi olduğumuz gibi sunmaktır. Oysa sosyal medyanın dayattığı sahte estetik, bizi sürekli bir rol yapmaya zorluyor. Tatillerimizi en güzel kareleri yakalamak için planlıyor, yemeklerimizi ilk önce telefonumuzun kamerasıyla "çekiyor", anı yaşamaktan çok anı kaydetmeye odaklanıyoruz.
Gerçek duygular, gerçek diyaloglar ve gerçek anlar, yerini "beğeni" ve "yorum" beklentisiyle kurgulanmış performanslara bırakıyor. Bu durum, bizi sadece çevremizden değil, kendimizden de uzaklaştırıyor. Psikolojik etkileri ise düşündürücü. Sürekli başkalarının mükemmel hayatlarıyla kendi hayatımızı karşılaştırmak, özgüvenimizi zedeliyor ve bizi "yetersiz" hissettiriyor. Estetik ameliyatlara olan talebin artması, filtrelerin ve sanal dünyanın dayattığı güzellik standartlarının bir sonucu olarak görülebilir.

İnsanlar, gerçek bedenlerini ve yüzlerini yeterince estetik bulmayıp, sosyal medyada gördükleri kusursuz görünümlere benzemeye çalışıyorlar. Oysa bu kusursuzluk arayışı, aslında var olmayan bir idealin peşinden koşmaktır. Gerçek estetik, sağlıklı bir duruşta, kendine güvenen bir gülüşte ve yaşanmışlıkların izinde saklıdır. Peki, gerçekliği yeniden nasıl estetik kılabiliriz? Bu, büyük bir meydan okuma gibi görünse de, cevabı oldukça basit: Dikkatimizi yeniden gerçekliğe çevirerek.
Telefonlarımızı bir kenara bırakıp, arkadaşlarımızla yaptığımız sohbetlerin sıcaklığına, güneşin batışının renklerine, rüzgarın yapraklarla dansına odaklanmakla başlayabiliriz. Kusurları kabul etmek ve onları birer hikaye unsuru olarak görmek, bize ait olanı sevmeyi öğretir. Gerçek estetik, filtrelenmemiş, düzenlenmemiş ve doğal olanın içinde bulunur. Sonuç olarak, hayatımızın her anını bir "çekim" için yaşamaktan vazgeçtiğimizde, gerçekliğin zaten yeterince estetik olduğunu fark edeceğiz.
Kusurların, hataların ve samimi anların getirdiği derinliğin, hiçbir filtrenin veremeyeceği bir güzelliği olduğunu hatırlayacağız. Belki de yeniden, sadece yaşadığımız için keyif aldığımız bir dünyayı keşfetme zamanı gelmiştir. Gerçek, en güzel sanattır.